İllüzyon

Zaman ne kocaman bir kavram.  İnsanın ucunu bucağını dalgalandıran, korkutan, bir o kadar da sonsuz ve şartsız biatımız.   Tamamen kendimize tahsis ettiğimiz ucuz maliyetli bir çalışan. Durup dinlenmesine dahi izin vermediğimiz kendi arzularımızın kölesi. Bencillik yansıması. Aklının alamayacağı genişlikte olanı bu kadar hunharca kullanma cesareti nereden geliyordu?   İnsanoğlunun yaratılışından bu yana öğretilip,  inandırılan, kalıba sokulmaya çalışılan bu form. Kendimize göre yaşamayı kolaylaştıran hatalarımızı üzüntü ve sevinçlerimizi alet ettiğimiz bir araç. İyileşmek için ürettiğimiz ilaç. Tüm yaşanılanlara bir sebep gösterme huyumuzdan,  zaman payını alıyordu. Zorumuz zamanla mı, zamanı bahane edip kendimizle mi kavgamız? Farkında mısınız ne kadar yüklensek o kadar bize karşı koyuyor. Hep öyle değil midir zaten. Sana yüklenildiğinde fazlası, hep dolup taşmaz mısın?  Kendi kendine yüklenmelerini, kendini yiyip bitirmelerini düşün birde. Nasıl da eziliyorsun.  Peki ya zaman? Seni ezmeye çalışması. Haksız da sayılmaz değil mi?

Neyi feda edersen sana sunulur, bilmene rağmen hayatında yaşam bulmuyor. Ve Daha niceleri de…  Hep olan, teorik bilgisiyle pratik eksiklik. Eksikliğini kimseye, bir maddeye,  rüyaya, illüzyona bağlama, “Zamana” yükleme.  Algının yanılmasın da debeleniyor ve buna hayat diyoruz. Ya öyleyse? Bir kandırmacanın içindeysek. Yüzyıllardır kazınmış bilinçlere kocaman bir ZAN… Zannettirilmek için programlamış insan hayaletleri. Ya hayata geliş amacın bu rüyadan gerçeğe geçmekse,  kim bilir?  Her defasında kendini, açtığın çukura düşürmen ve her düştüğünde kendinden başkasına pay biçmelerin, bilincinin ürettiği zehirli düşüncelerin… Hepsinden kurtulmaksa o gerçek asli görevin… ZAN’ dan uyanmak için tüm duyu organlarını açmak hatta yenilerini eklemekse.

Gör hep aksini yaptığın için daha derin çukurlara inmedin mi… Senin üzüntülerinden, pişmanlıklardan,  yorgunluklarından beslenip bedenini sonra bir kenara atan bilincin değil miydi? Karşılığında ödediğin bedelleri söylemeye hacet yok. Kullandırtıyorsun kendini kendinle. Aklınla takıntılı olmana izin veriyorsun.  Bu senin dünyaya geliş amacın mı? Bilincinin ürettiği seni hasta eden, istediği gibi seni yönlendirdiği düşüncelerin esiri misin? Sordun mu bu soruları kendine.  Sen ne verirsen bilince, O’ sun. Sen OL’duransın. Sen mucizenin kanıtısın. Tonla kanıta rağmen beklentin de neyin nesi. Hem, kimden, neden, niye…   Ben bilincinden ve seni kötü hissettirecek zehirli bilinç düşüncelerinden uzak kalmadığın sürece bu döngün devam edecek. Kendini birde dışarıdan kendin seyret. Uyan! Farkına var. Elinin, gözünün, kalbinin, yediğin ekmeğin, içtiğin suyun… Ben’i biz yaparak zamana kanmadan yaşa… Tek-den , çoğa  odaklan… Aynı kaynaktan geliyoruz. Binlerce isimlerimiz var. Göbek adımız tek! “Adem” …  Yaratılan zaman ay dönümüne, yıla verilen kurgu.  Kurgun sadece an da nefes alıyor. Nefesini doğru dengede alırsan var olabilirsin. O an Varlığın an’ da nefes bulur, BİZ nefesimizle varlıkta… Gör bide buradan!

Ya hizmet ettiğin zaman kocaman bir tımarhaneyse…